Yol, Annette’e bitmeyecekmiş gibi görünüyordu. Annesi, at arabası viraja sapmadan önce atları hızlıca koşturdu. Sol tekerlek gevşemiş, kenara düşecek gibi görünüyordu.
Bir köylünün yanıma gelip tamir etmesi epey zaman almıştı. Erkek elleriyle cıvatayı taktı ve sabitledi.
– Hanımefendi, hazır!
Karine, ona bozuk paraları verdi.
–Yollar tehlikeli, diye uyardı köylü, bu kırık tekerlekten sonraki ikinci işaretti,
–Askerler ve mahkumlar her yerde serbest dolaşıyorlar. Dün bizden koyun çalındı!
–Biliyorum… diye yanıtladı Karine. Atlarını çevirdi ve denize doğru yöneldiler.
– Anne, nereye gidiyoruz? Konstantinopolis'e mi? Annette korkuyla sordu.
– Yardım gerekiyor!
Karine şimdi nereye gittiklerini bilmiyordu. Amasya'nın limon bahçelerinde yollar düşündüğünden çok daha tehlikeli çıktı.
– Yardım için denize gidiyoruz! – diye seslendı Karine.
‘Entente’ gemilerini kıyıya yakın bir yerde bulunabileceklerini umuyordu.
Annette ağlamaya başladı. Artık Raul'la asla bir daha görüşmeyeceklerini biliyorlardı … Ve şimdi asıl meselesinin kendi hayatlarını kurtarmak olduğunu anladı.
Tur Abdin, Kasım 2019
Yanımda yakışıklı ve zeki bir adam oturuyor. 50 yaşında, şık giyimli ve sakin bir sesle sohbet ediyor. Bana birkaç soru soruyor: Yalnız mı uçuyorsun? Refakatçi olmadan bu yolculuğa çıkmaktan korkmuyor musun? Böyle bir yaklaşımı görmek bana garip geldi.
Sonra konuyu işe çeviriyor ve hasattan elde ettiği iyi gelirden bahsediyor. Bu adam eskiden beri ailesi tarafından mercimek ve buğday ekilen topraklara sahip.
– Topraklarımız inanılmaz derecede verimlidir!
Koldaki saatine bakıyor. Acelesi varmış gibi görünüyor. Sonraki yirmi dakika içinde dün gece vurulan yeğeninin cenazesine geç kalmaktan endişe duyduğunu öğreniyorum.
– Gençler ölüyor! Aşiretler arasındaki çatışmalar can alıyor…
Onunla konuştukça gideceğim yerlere ait korkularının kökenlerini anlamaya başlıyorum.
–Kocam sabah gelecek, aklıma gelen ilk düşüncemi yüksek sesle telaffuz ediyorum.
– Teyzemin yanına uğramam gerek. Kusursuz yemek yapıyor! Ona olan saygım olmasaydı çoktan boşanırdım.
Onun yorumundaki bağlantıyı anlayamıyorum. Sonra teyzesinin kızıyla evli olduğu anlaşılıyor: onlar kuzenmiş.
– Biz Zerdüşt Kürtleriz. Akraba bağlarımız çok sıkı. Yeni Yılı çok farklı bir takvimde ilk hasatla kutluyoruz.
Uçak iniyor.
‘Mardin'e hoş geldiniz’!!!
Bir halk otobüsüne binip genç ve çekici şoförün yanına oturuyorum.
– Nerelisin?
– Rusya, diye cevap veriyorum, -Ama uzun zamandır İstanbul'da yaşıyorum.
– Rusça bilmiyorum. 4 dil biliyorum: Türkçe, Arapça, Fransızca ve Aramice.
– Arami mi?
– Mezopotamya'da Hıristiyanlığı vaaz etmek için gelen İsa Mesih’in öğrencilerinin dili. Biz Süryaniyiz! …Seni Kırklar Kilisesi'ne bırakacağım, civarda bir otel bulmaya çalışırsın.
Eski şehrin merkezindeyim. Her yerde farklı konuşmalar duyurum; çok gürültülü bir yer burası. Kafamda Hypno Seq çalıyor ve zaman içinde geriye doğru gidiyorum. Saat ters yönde işliyor, yüzlerce yıl ve binlerce yıl gerideyim…
Tur Abdin’da dört gün boyunca, Medeniyetler Tapınaklarına hayran kaldım. Burada ilk Sanskriti gördüm. Eğitim merkezleri ve kütüphaneler keşişler tarafından sıkı bir disiplin içinde korunuyor. 1800 yıl önce Büyük Mimarinin ilk taşları burada atıldı! Bir benzerini Fransa'da görmüştüm ama onlar yüzyıllar sonra yaratıldı…
Tüm dünyanın üniversiteleri burada bulunabilirdi! … Ama durum böyle değil.
İnsanları tuzaklara sürüklediler. Burada kaçacak bir yer yok: deniz duyulmuyor ve kurtuluş umudu yok.
Çatışma ve savaşın hayaletleri her yerde uçuyor.
Süryani arşivlerini, zanaatları ve sanatı korumayı başardılar. Her yönden özenle düzenli bir şekilde koruyorlar.
Gözümün önünde Midyat… Medeniyete ve insanların hayatına nasıl tecavüz edebilirdi?
Zamanın uçurumunda, ihanet, kıskançlık ve insan vahşetinin güçlü kör düğümlerini izliyorum.
Halk arasında çatışmalar başladı. Bayraklı çete grupları Hristiyanların dükkanlarını ve evlerini bastılar.
Yağmanın yankısı kısa ve ani bir uğultu halinde geldi.
Askerler tüfeklerini ele aldılar, olayların korkunç ve vahşi bir başlangıcı olduğunu fark ettiler, burada Biz ve Onlar var: bu topraklar ya Bizim ya Onların!
Fırkateyn, Konstantinopolis'in hareketli merkezi gibi esen akşam dalgalarında sallandı.
Denizciler kabinin içine baktı. Kaptana yaklaşırken soğuk bedenini taş bir pozisyonda buldular: ölmüştü. Çarşaflar kanlı teriyle sırılsıklam olmuştu.
–Allah rahmet eylesin, duasını okuduktan sonra gözlerini demir paralarla kapatıp başını çarşafla örttüler.
Tüm mürettebat Kaptan'a saygı duyuyordu ve komutanlarına sadıktı. İmparatorluğa hain olmadıklarından kimsenin şüphesi yoktu!
Raul duvara dönerek sessizce uyurdu. Büyük Bir Uygarlığın Torunları Olma Hakkı ve Manastır Okulu'nda öğretildiği gibi Tanrı'ya inanma hakkı için verilen medeniyet savaşından önceki son gücünü geri toparlıyordu.
– Raul Efendi, uyanın! Başladı. Gitmelisiniz!
Denizciler onu hızlıca temiz elbise giydirdiler. Tabancayı ve hançeri geçirerek iç kemerine sıkıca bağladılar.
– Ölü gibi yapın. Konvoy güvertede bekliyor. Kaptanla birlikte sizi denize atacağız. Karanlıkta kimse anlamaz.
Raul sessizce çarşaflara sarılmasına izin verdi.
–Peki efendim hoşça kalın, dedi denizcilerden biri yüzünü kapatırken.
Raul, konvoyun komutasını ve kaptanın cesedinin Boğaz'ın sularına düşmesini dalgaların sesini duydu.
– Sonraki!
Emri yerine getirildi.
Raul nefesini tuttu. Bunun son nefesi olabileceğini biliyordu. Göğsünü açtı ve gecenin karanlığını ciğerlerine çekti.
Dalganın derinliklerinde ve köpüğünde yuvarlandığında, çarşaftan kurtuldu. O gece Raul parıldayan deniz fenerine doğru yöneldi.
______________________________________________
İleride bir uçurum gözüktü. Denizin bir kuvvetli rüzgarı duyuldu.
Karine, arabayı durdurdu ve Annette'yi uyandırdı.
–Her şeyi burada bırakıp kıyıya inmemiz gerekecek.
Annette akşam gökyüzüne baktı. Güneş ufukta çoktan battı, ancak yıldızlar henüz gökyüzünde görünmedi. Elbisesinin cebinden Simon'ın kendisine veda hediyesi olarak verdiği bir haç çıkardı. Avucunun içinde sıkıca tutarak annesine döndü:
– Bize pusula olsun.
Dolambaçlı ve eğimli yoldan inerken, kıyıya yakın birkaç gemi fark ettiler.
Vardan şafakta uyandı. Rüyasının her detayını hatırlıyordu. Tepelerin arkasında onlara destek geliyordu. Her nefeste, Raul manastıra yaklaşıyordu. Onu takip eden küçük bir Hristiyan ordu vardı.
Vardan yataktan kalktı. Vitray pencereye doğru yürüdü ve panjurları açtı. Gökyüzünde uzak yıldızlardan biri parlıyordu.
"Zamanı geldi…" dedi sessizce.
Limon bahçelerine indi.
"Yabani limon kokusu ne kadar hoş!"
Birkaç dakika sonra bir at dörtnala duyuldu.
Zırhlı metal kapı şiddetli rüzgarla çarparak kapandı.
Konsolosluktan çıkıp Beyoğlu’nda yürüyüşe çıktım.
Bugün alışılmış İstanbul esintisine, uzun bir durgunluktan (sükunetten)kurtulan Batı ve Doğu değişim kasırganın girdapları eşlik ediyor. Hepsi farklı yönlere üfleyerek Kaos Tozunu yükseltir. Ara sokaklara sandalyeler, masalar, çay bardaklar, kahve fincanları ve simit parçaları yere düşüyor.
Belki de aynı yerde buluşmak için 100 veya 1000 yıl beklediler…
Hangisi daha güçlü ve beni nereye yönlendirecek? Öyle görünüyor ki ruhum özgür seçimle doğuya doğru yol alarak sokaklarda ve kaldırımlarda onunla birlikte uçuyor.
Atölyeye yaklaşıyorum. Yaşlı bir zanaatkar, Anadolu'nun geçmişine kaybolan Medeniyetlerden ilhamı alarak mücevher üretmeye devam ediyor. Her şeyi görmek, o zamanların sembol ve amblemleri dokunmak benim için son derece ilginçtir.
Elim, 8 açılı bir yıldızın sarı fonu üzerindeki yırtıcı kuşlarla kolyesine uzanıyor. Bunu denemek istiyorum, ancak "Selçuklu Dönemi" ek açıklaması okuyunca anında elimi çekiyorum. Bu parça gözüme ne kadar çekici gelirse gelsin, kendimi daha fazla cezbetmemeye karar veriyorum.
Sahibine ve yardımcısına veda ederek ayrılıyorum. Şapkalı Atatürk portresinin asılı olduğu bir kemerden geçiyorum. Dedemde de aynısı vardı. Sovyet döneminde bu, yüksek rütbeli komutanın bir özelliğiydi. O dönem geçmişte kaldı. Sadece Batıdan gelen rüzgar İstanbul'da her mahallesinde ve hemen hemen her sokakta kırmızı bayrağı acımasızca sallıyor.
Yürümeye devam ediyorum. Konstantinopolis'ten kalan taş duvarları arasında, kafenin tabelasını okuyarak sokağın derinliklerine dönüyorum:
"Limon Bahçesi" Vardım demek.
Moskova, RF 2020
Masa lambasının löş ışığı, Tarih ve Coğrafya ders kitaplarının düzgün bir şekilde yerleştirildiği bir masayı aydınlatıyordu.
Odada elektronik müzik çalıyordu ve Küre her zamanki gibi kendi ekseni etrafında, monoton bir şekilde dönüyordu.
Janette, Rusça ve Latince dillerinde aynı soyadına sahip olan kişilerinin sosyal medya sayfalarını inceliyordu.
Limon bahçelerinin çizimlerini içeren bir albüm, yatağın yanındaki komodinin üzerinde duruyordu. Onu ellerine alarak, sayfaları yavaşça çevirmeye başladı. Kağıt parmaklarının ucunda, tarihin ritimlerini yankılanıyordu: bir limon patika yolu, taştan bir çit ve karanlık fırtına bulutlarının üzerinde durduğu bir tepe. Aşağıda Amasya 191… imzası vardı.
Jannette geçmişte yaşanan olaylarla ilgili hikayeler çokça dinlerdi. Vardan Dede ismini, manastırı cesurca savunan atalarından aldı. Babası, çocukken, Karadeniz'deki bir tünelden başkalarıyla beraber gitti. Gemiler ile Kırım kıyılarına ulaştılar. Dede, babasının ve diğerlerinin bir gün önce trajediden kaçmayı başardıklarını anlatırdı.
Simon, Bizans haritalarını inceleyerek, gizli geçitler ve tünellerle güvenli bir rota çizen babasından bahsederdi.
Urartu ve Bizans'ın haritalarında hiçbir şeyin sebepsiz olmadığını biliyordu. Bu bin yıllık tecrübesi nesilden nesile korunarak aktarılmıştır.
SSCB'nin partizan müfrezesindeyken, Büyükbabası İkinci Dünya Savaşı sırasında kurtarılan binlerce hayat için Kahramanın Yıldızını aldı.
Yaşlanınca aile arasında sakince hayata gözlerini yumdu. Ölümünden önce kendisinde bulunan albümü oğluna verdi. Annette'i en son gördüğü gün, onların aceleyle ayrılışı ve zamanı nasıl geri çevirmek istediğini ilk kez bahseden Simon, gözlerini sonsuza dek kapandı.
Jannette her seferinde albümü çevirirken bu hikayeyi hatırlardı ve Annette'in akrabalarını bulmaya çalışırdı.
"Soyadları değişmiş olmalı. Muhtemelen başka bir ülkede yaşıyorlar."
Albümün birkaç fotoğrafını çektikten sonra Simon Ogonyan adıyla sayfasını açtı ve ilk gönderiyi Lemon Gardens'ın bir fotoğrafıyla paylaştı.
#Time #Amasya #Lemongardens #Monastery #AnnetteSimon
Masa lambasını kapatıp müziğin sesini kısarak, onun gibi birinin, bu unutulmayacak hikayenin ritmine dönmesini umarak yatağa uzandı.